
2009’un zor geçeceği çok belliydi. Herkes endişeli, bazıları kriz yakında geçecek derken bazıları da kriz için oldukça karamsar konuşuyor; küresel toparlanmanın ancak 2011 yıllarının sonlarına doğru olacağını iddia ediyordu. Borsalar sert düşüşler yaşarken, şirketler de talep azalmasından dolayı maliyetleri düşürme adına işçi çıkarmak zorunda kalıyor, bu sebeple kriz hem ekonomik hem de toplumsal bir sorun haline dönüşüyordu.
Ekonomistler ise nerede hata yapıldığı sorusuna cevap bulmaya çalışırken, acaba ekonomik düzende mi bir hata var yoksa serbest piyasa çok mu serbest oldu sorularını sormaya başladılar. Pek çok teorinin yanlış olduğu ortaya çıktı ve onların yerini alacak yepyeni teoriler ise hala sahiplerini bekliyor. Fakat herkes şunda hem fikirdi. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
2009’da pek çok şirket zarar açıklarken, bazı devletler ise agresif küçülmeler yaşadı (Türkiye gibi). Görünen şuydu ki krizden çıkış için farklı bir şeylere ihtiyaç vardı. Bu ise yepyeni bir düzenin işareti gibiydi. Herkes yeni ekonomik düzenden söz etmeye başlamıştı bile. Peki çare nerede bulundu? Cevap, gelişmekte olan ülkelerde saklı.
Eski ekonomik düzende şirketler ve devletlerin başlıca pazarları kendi iç pazarları ve belirli bir refah seviyesine ulaşmış gelişmiş pazarlardı. Fakat 2009 krizi şunu gösterdi ki gelişmiş ülkeler de o kadar gelişmiş değilmiş. Yunanistan'ın yaşadığı sorunlar bir uyarı mesajı aslında: Gelişmiş ülkeler artık borçlanarak refah seviyelerini yükseltemez. Dolayısıyla, yeni bir denge oluşuyor. İhracata dayalı büyüme stratejisi izleyen özellikle Asya'daki gelişmekte olan ülkeler bundan sonra iç talebi arttırmaya yönelebilir. Borç batağındaki Amerika ve Avrupa ekonomileri bu ülkelere olan ihracatlarına bel bağlayabilir. Bu yeni bir düzen demek? Peki böyle bir şey mümkün mü?
Her şey mümkün olabilir! Dünya yeniden şekilleniyor. Gelişmekte olan ülkeler küresel büyümenin motoru haline geliyor. Dolayısıyla bu pazarlarda büyük potansiyel saklı ve dolayısıyla bu bölgelere yapılacak ihracatlar şirketler için büyük bir fırsat! İş Yatırım’dan Serhat Gürleyen’e göre 2009’da gelişmiş ülkeler %0.7 küçülürken, gelişmekte olan ülkeler %4.3 büyüdü ve BRIC ülkelerinde (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ise bu büyüme oranı %5 oldu. Ayrıca gelişmekte olan ülkeler 2000-2006 döneminde küresel büyümeye %45 düzeyinde katkıda bulunurken, bu oran 2007-2009 arasında %80’i geçti. Aynı dönemde gelişmiş ülkelerin katkısı ise %55 düzeyinden %20’ye geriledi.

Bu pazarlardaki iç talep ise gün geçtikçe artıyor. Bir zamanlar dünyanın en çok tüketen toplumu Amerikalılardı. Hala öyle ama aradaki makas gittikçe kısalıyor. Artan refaha paralel olarak bu ülkelerdeki iç talep de yükselişte. JP Morgan Chase’den David Hensley ve Joseph Lupton’a göre gelişmekte olan ülkelerde iç talep 2002’de dünyadaki toplam talebin %23’ü iken 2008’de bu oran %32 olarak gerçekleşti. Amerika için ise bu oranlar 2002’de %36 iken 2008’de %28’e geriledi. Görüldüğü gibi tahtın yeni sahibi gelişmekte olan ülkeler!
Özetlemek gerekirse kriz pek çok şeyi değiştirdi ve değiştiriyor. Ekonomik düzen de buna ayak uydurmak zorunda. Şirketler ve devletler için yeni fırsatlar gelişmekte olan pazarlarda. Çünkü doygunluğa ulaşan bir pazarı daha ne kadar doyurabiliriz ki? Yeni ekonomik düzen ise şu cümlede saklı: Zengin ülkeler yoksullara mal satmak zorunda!
0 yorum:
Yorum Gönder